2016-2017 yılları arasında geçirdiğim bir buhran beni hayatın içinde yeni anlamlar aramaya itti. Ciddiye aldığım, düzenli gidip geldiğim yaratıcı bir işim vardı. ‘Sen kimsin?’ diye sorsalar bana ilk vereceğim cevap hep mesleğimle ilgili oluyordu.
Tasarımcıydım ben. Önce ürün tasarımcısı oldum. Sonra da mekân tasarımcısı. Bazen de küçük hikayeler tasarlıyordum. Çok kitap okuyor, çok yazıyordum, çok geziyordum. Çünkü sahip olduklarım ya da yaptıklarım yetmiyordu bana. Sanırım her şeyden önce kendi varoluş kimliğimi tasarlamaya çalışıyordum. Oysaki varoluş tasarlanan bir şey değildi kendiliğinden oluverirdi. Neydi olamadığım bu şey bilemiyorum ama hep bu bir şeyler olma hali ve bir şeyler yapma çabası artık beni çok yoruyordu. Tek başıma kulaç atmaktan da çok yorulmuştum ve boğulmamak için çok çaba harcıyordum. Kimseye ne faydası olan ne de zararı olan kendi halinde öylece akıp giden bir hayatım vardı. Sonra bir gün fark ettim ki tıpkı Lalalar’ın şarkı sözlerinde geçtiği gibi:
“Yalnız ölü balıklar akıntıyı takip ederdi.”
Bu farkındalık bana artık bir şeyleri değiştirmenin vaktinin geldiğini hatırlatıyordu. Artık yerimde duramıyordum, kabuğum dar geliyordu. Yaşadığım beden, yaşadığım ev, yaşadığım ülke. Sığamaz olmuştum yeryüzüne. Yaşadığım rutin ve monoton hayat inşa ettiğim anlamları tek tek yıkmaya başlamıştı. Bu anlamları yeniden inşa etmek için ne yapabilirim diye düşünürken uzun süre yerelde ve dünya çapında varlıklarını sürdüren sivil toplum örgütleri hakkında araştırma yapmaya ve bilgi toplamaya başladım.
Bildiğiniz gibi sivil toplum kuruluşları resmî kurumların dışında kalan ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen ve gelirlerini bağışlar veya üyelik ödemeleri ile sağlayan kuruluşlardır. Vakıflar ve dernekler, topluma yararlı hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.
Yaptığım araştırmalar bana gösterdi ki, dünya çapında ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde akla gelebilecek her alanda faaliyet gösteren “Non Governmental Organizations / Sivil Toplum Kuruluşlar’ı” (NGO / STK) ekonomik ve sosyal gelişim çabalarında giderek ön plana çıkıyor ve son yıllarda da sayıları hızla artıyor. Hatta ulusal düzeyde faaliyet gösteren NGO’ların sayısı günümüzde milyonları buluyor. Bu artışın nedenlerini süratli ve yaygın iletişime imkan tanıyan teknolojik devrime, küreselleşmeye, NGO’ların resmi kurumlardan çok daha süratli hareket etme yeteneklerine ve ulus devletlerin gücünün giderek zayıflamasına da bağlayabiliriz.
Kooperatif yetiştiricilik kavramını duydunuz mu hiç? Yani sadece anne tarafından değil, baba, nine, dede, kardeş ve diğer aile efradı tarafından elbirliğiyle yetiştirilen insan gibi türlerde, diğerlerini düşünme ve yararlarını gözetme alışkanlığı açıkça daha fazla. Ben de sekiz yaşına kadar köyde ve kalabalık bir ailede, aynı evin içinde nine, dede, amcalar ve halalar ile beraber büyüdüm. İçimde başkalarına yardım etme güdüsü varken ve böyle bir çocukluk geçirmişken, 37 yaşında koskocaman bir şehrin ve hayatın ortasında yaşanan bireyci bencilliklerden bunalmış yalnız bir kadın olarak ben ne yapacaktım? Dünya karşısında hissettiğim bu bunaltı bana bir şeylere sahip olduğumu sandıran her şeyden vazgeçmeyi düşündürüyordu.
Bir zaman sonra fark ettim ki, aslında sahip olduğumu düşündüğüm hiçbir şeye gerçekte sahip değildim. Materyaller dünyası büyük bir illüzyondu. Doğanın kuvveti karşısında yaşayacağımız ufacık bir sarsıntı hayatlarımızı kökten değiştirebilirdi. Bu nedenle bir “Minimalist” gibi yaşamaya karar verdim. Önce sigarayı bıraktım. Sonra bütün bağımlılıklarımdan kurtulmaya karar verdim. İnsan bağımlılığı, eşya bağımlılığı, yemek bağımlılığı, fikir bağımlılığı, milliyet ve toprak bağımlılığı derken en sonunda da her şeyi terk edip yola çıkmaya karar verdim. Fakat tek başıma yapacağım bu yolculuğun ne zaman ve nereye olacağını planlamamıştım. Sadece böyle bir karar almıştım. Tırnak içinde özgür bir insandım fakat kendimi yaratma sorumluluğu ve bunaltı duygusunun getirdiği bu süreç benim yolumu IDEA Universal ile kesiştirdi.
Ben ülkemizde faaliyet gösteren bu dernek ve kuruluşları sıkı takibe almışken fark ettim ki, IDEA Universal’da yeryüzünün su, gıda, enerji ve eğitim sorunlarını sürdürülebilir biçimde çözmek için “yenilikçi ve bilimsel” programlar yürüten Türkiye'deki en başarılı NGO’lardan biri. Bir yıl boyunca yaptığı bütün faaliyetleri hem sosyal medya hesaplarından hem de basından sessizce takip ettim. IDEA'nın kurucusu olan Hayri Dağlı’nın, İstanbul’a geldiği zamanlarda verdiği bütün seminerleri takip ettim ve katıldım. O beni başlarda tanımasa da ben onu yakından tanımaya çalıştım. Afrika’da başlayan kişisel hikayesine duyduğum hayranlığın dışında anladım ki diğer yardım kuruluşlarının aksine Hayri çok önemli bir şeye odaklanıyor; sürdürülebilir yardımlar yapmayı ve “balık vermek yerine balık tutmayı öğretmenin” yollarını arıyor. Hayri, sahada yürütülen programlarda halk ile birlikte toplumun yerel ihtiyaçlarına yönelik kalıcı çözümler üretiyor. Ne mutlu ki, onun yaptığı bütün faaliyetlere 2018 ve 2019 yılları arasında birinci elden tanıklık etme fırsatı buldum.
Bir yıl boyunca geçirdiğim buhranın ardından her şeyi geride bırakıp yola çıkmaya karar verdiğimde yolculuğumun Afrika’dan başlaması gerektiğine ikna olmuştum. Avrupa’da çok seyahat etmiştim. Amerika’ya en ufak bir sempatim yoktu. Asya’yı az çok biliyordum ve daha önce de Avustralya’da 1 yıl yaşama fırsatım olmuştu. Bu seyahat deneyimlerim, Hayri’nin hikayesi ve benim ezelden beri ruhumun derinliklerinde hissettiğim Afrika insanına, kültürüne, müziğine, dansına, taşına toprağına olan aşkım ve merakım birleşince kaçınılmaz olarak bütün planlarımı bunun üzerine yaptım.
O sırada Hayri’nin Zanzibar’da aktif çalışmalar yaptığını öğrendim. Onunla yazışmaya başladığım sıralarda garip bir tesadüfle fark ettim ki yaklaşık bir yıldır her gün karşısında oturduğum bilgisayar ekranımın arka planına koyduğum fotoğraf meğerse Zanzibar’da çekilmiş bir fotoğrafmış. Ben bunu bilmeden her gün ekranımdaki o turkuaz renkli denize, bembeyaz kumsallara ve palmiye ağaçlarına bakarak ofiste bunaldığım zamanlarda hayallere dalıyormuşum. Ben bu fotoğrafı bilgisayar ekranımın arka fonu yaptığım dönemde aklımda uzun süreli hiçbir yere gitme planı yoktu oysaki. Üstelik Zanzibar’ın doğru düzgün nerede olduğunu bile bilmiyordum. Bu tuhaf tesadüf işimden istifa etmeyi planlıyorken verdiğim bu karardan emin olmamı sağladı. Bu kararı aldıktan çok kısa bir süre sonra da geriye bakmadan zamansız ve paha biçilemez bir deneyim yaşamak için Tanzanya’ya doğru yola çıktım.
Kim bilebilirdi ki ekrandan baktığım o fotoğrafın bir gün içinde bulurum kendimi. İşte böylelikle IDEA Universal’ın hayal kuran, cesur, katılımcı, bağımsız, işini aşkla yapan gönüllü ekibine katılmış oldum. O günden sonra bir daha asla hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bir daha asla yer yüzünün güzelliklerine bilgisayar ekranının ardından bakıp bakıp iç geçiren, başkaları için ne yapabilirim ki zavallılığını hisseden o kişi olmadım. IDEA Universal’ın Tanzanya’da yaptığı projelerde yer almak ve gönüllülük işlerim bittikten sonra Tanzanya’nın kırsal bölgelerinde yaşayıp günlük hayata karışmak beni geri dönülmez şekilde değiştirdi.
Bütün o imkansızlıklar içinde gülen suratları ve ışıl ışıl parlayan gözleriyle ta yüreğinizin içine bakan o Afrika’lı çocukları bir kez gördükten sonra fil dişi kulelerde yaşadığınız o eski hayatınıza bir daha geri dönmeniz imkansızdır. Bu nedenle yaklaşık 2 yıl boyunca yaptığım tüm seyahatlerin sonunda ayaklarım ve yüreğim beni hep Tanzanya’ya geri götürdü. Bu süreçte Hindistan ve Nepal’de de bağımsız seyahatler yaptım. Oralarda da çok büyük deneyimler edindim fakat hiçbiri Afrika’nın beni dönüştürdüğü kadar etki etmedi.
Hayri, gönüllülüğü ve iyi niyeti “bilgi derinliği” ile birleştirmenin önemine vurgu yapıyor. Çünkü biliyoruz ki iyi niyet tek başına dönüşüm getirmiyor. Getirseydi iyi niyetli insanlar sayesinde şu an açlık ve susuzluk bir dünya gerçeği olmazdı. Tek bir yapının ya da kişinin dünyayı değiştiremeyeceğini biliyoruz. Fakat Hakkari’deki okulunu dönüştüren özverili bir öğretmenin, Ermenistan’da askıda ekmek uygulamasını başlatan bir esnafın, Brezilya’da nehrini korumaya çalışan bir kabile üyesinin, İstanbul’da kentini korumaya çalışan bir öğrencinin, Asya’da yok olan türleri korumak için hayatını adamış bir ekoloğun, ırkçılığın bitmesi için uğraşan bir aktivistin, Afrika’da açlığı ve susuzluğu sonlandırmaya çalışan bir gönüllünün yaptığı iyi işlerin çoğalması ve birleşmesiyle dünyanın dönüşümüne katkıda bulunabiliriz.
Belki açlığı ve sefaleti yer yüzünden yok edemeyiz ama eminim dayanışmanın getirdiği kuvvetle geleceği hep beraber dönüştürebiliriz.
Evrim Aykan
Comentarios